Erdoğan Aktaş: "Yayıncı kuruluş hiç istifini bozmadan..."
Sözcü gazetesi yazarı Erdoğan Aktaş, Fenerbahçe-Beşiktaş derbisi sonrası köşesinde neler yazdı?
İşte Sözcü gazetesi yazarı Erdoğan Aktaş'ın bugünkü köşesinde öne çıkan satırlar:
Hiç tartışmasız, futbol dünyanın en güzel oyunu. Öncesi güzel, maç anı güzel, sonrası güzel. Nereden bakarsanız güzel yani.
Pazar günkü Fenerbahçe-Beşiktaş derbisi de bunun en güzel örneklerinden biriydi.
Bağdat Caddesi, her Fenerbahçe maçı öncesi olduğu gibi bayram yeriydi.
Kimi sevgilisiyle el ele, kimi arkadaşıyla omuz omuza, kime çocuğuna sarılmış taraftarlar akın akın stada yürüyordu.
İnsanlar mutlu, dükkânları dolup taşan Bağdat Caddesi ve Kadıköy esnafı mutlu. Soğuk ama güneşli bir Pazar günü. Cıvıl cıvıl her taraf.
İşte böyle bir havadaki Fenerbahçe-Beşiktaş maçı için ben de Şükrü Saraçoğlu stadındaydım. Stat da bayram yeri gibiydi. Coşkulu bir taraftar grubu hem eğleniyor, hem de Fenerbahçe'yi destekliyordu. Beşiktaş taraftarı ise pandemi koşulları gereği maça alınmamıştı.
İş dünyasından eş dost birçok isimle karşılaştım. Türkiye hallerini, ekonomiyi konuştuk. Sonra maç başladı.
İlk dakikalarda Fenerbahçe maça hızlı giriş yaptı. Hayır futbol takımı değil, taraftar gruplarından söz ediyorum. Kale arkasındaki taraftar grubu, başlama vuruşuyla birlikte, bir insan evladına ne kadar tuhaf küfürler edilebiliyorsa, hepsini ritmik şekilde sıraladılar. Çevrelerinde kadın, çoluk çocuk kim olduğuna bakmadan. Dakikalarca küfürler sıralandı. Üstelik yayıncı kuruluş da, o küfürlerin hepsini, hiç sansürlemeden, sanki bu amaca hizmet eder gibi 83 milyona ulaştırdı.
Bir süre sonra küfürlü tezahürat diğer tribünlere yayıldı. Yayıncı kuruluş da hiç istifini bozmadan, sesi bile kısmadan yayına devam etti.
Maçtan önceki festival havası bir anda yok olmuştu. Sanki sevgilileriyle el ele, arkadaşlarıyla omuz omuza, çocuklarıyla sarmaş dolaş stada gelenler, o güleç yüzlerini, dünyanın en güzel bulvarı Bağdat Caddesi'nde bırakıp, stada öyle girmişler gibi… Takıma ve oyuna sevgi bitmiş, rakibe nefret, öfke ve şiddet başlamıştı.
O eğlence, yerini sinkaf dalgasına bırakmıştı. Oysa, Beşiktaş takımından sahada top koşturan sadece 4 futbolcu bunları anlayabiliyordu. Gerisi zaten yabancıydı.
İki basit hatadan -ki ilki hakem hatası- Fenerbahçe güzel yararlandı. İlk yarı 2-1 bitti.
Taraftar grupları ikinci yarıya da aynı taktikle başladı. Bol küfür ve öfke taktiği.
Beşiktaş'ın genç kalecisi Ersin'e edilen inanılmaz küfürlere, tribünlerden yabancı maddeler eşlik etti.
Hele Josef De Souza'nın kafa golünden sonra sahaya atılan yabancı maddeleri temizleyebilmek için maç dakikalarca durdu.
Hangi takım taraftarı olursa olsun, kabul edilemez. Kim kime bu sözleri sarf ediyorsa, bunun bir yaptırımı olmalı.
Maç öncesi şen şakrak, çocuklar gibi eğlenen insanlar, nasıl oluyor da tribünde bir canavara dönüşüyor?
Maç 2-2 berabere bitti. Fenerbahçe taraftarı yine üzgündü. Onlarla birlikte stattan ayrılırken, her birinin son derece naif maç eleştirilerine, konuşmalarına tanık oldum. Hiç biri küfür etmiyor, son derece mantıklı konuşuyordu.
Binlerce taraftar, maça girmeden önce Bağdat Caddesi üzerine bıraktıkları yüzlerini tekrar alıp, evlerine doğru yola çıktı.
Hayat futbolun güzelliği ile devam ediyor ama futbolumuz bu nefretle devam edemez.
Futbolun zeki çevik ve ahlaklı sporcular kadar, bu üç özelliğe sahip taraftarlara da ihtiyacı olduğunu unutmamak gerekir.