Ergin Aslan: "Futbolu mu seviyoruz kazanmayı mı?"
Yeni Şafak Gazetesi yazarı Ergin Aslan, "Futbol Penceresi" köşesinde önemli konulara değindi.
Ajans Beşiktaş - İşte Ergin Aslan'ın Yeni Şafak'taki yazısı:
"Ligde henüz 8 hafta geride kalmasına rağmen, şampiyonluk haftalarını aratmayacak tartışmalar geldi oturdu yine futbolun merkezine. Kiminle konuşsam aynı şey. Memnun olan yok. Herkesin rahatsız olduğu bir şey var; kimi takımın performansından, kimi sakatlıklardan, kimi teknik direktörden, kimi transferlerden, kimi hakem kararlarından... Bu durum büyük oranda kazanma aşkımızdan kaynaklanıyor.
Son dönemde sık sık “Futbolu mu seviyoruz, yoksa kazanmayı mı?” diye soruyorum? Bence biz kazanmayı seviyoruz. Kaide olmasa da ekseriyet böyle. Kazanmayı istemek elbette rekabetin en önemli parçasıdır. Ancak kazanmayı istemekle, ‘Hak etmeden de kazanmayı istemek’ arasında çok büyük fark var. Hak etmeden kazanmayı isteyen adam, geçmişten gerekçelerle çıkıyor karşınıza. Çünkü herkesin küfesi dolu. 2021 yılının Ekim ayında oynanan bir maçta lehine hata yapılan futbolsever!, 2007’nin Nisan ayındaki bir maçtan örnek getirerek “O zaman da aleyhimize şöyle olmuştu” diyerek, haksız kazancı kendi içerisinde meşru hale getirmeye çalışıyor. “Her şartta biz kazanalım” odaklı bakınca da futbol ortamında ikinci olmak bile başarısızlık sayılıyor.
Şöyle bir bakalım Türkiye Futbol Federasyonu kararlarına, kulüp yönetimlerine, hakemlere, oyun kalitelerine, spor medyası olarak kendi üslubumuza...
Özetle futboldaki durumumuz ‘Nerem doğru ki’ durumudur. “Efendim Almanya 2. Ligi’nde takımlar statta 40 bin taraftara oynuyor. İngiltere alt liglerinde tribünler tıklım tıklım doluyor” diye oraları örnek gösteren insanın, tuttuğu takımın maçındaki vaziyetine, hakemden beklentisine, rakibe karşı tavrına baktığım zaman, “Futbolu sevmekle, sadece kazanmayı sevmek” arasındaki farkı çok net görüyorum. O nedenle bizim futbol ortamımızın en azından kısa vadede huzurlu olması pek mümkün değil.
Bu oyun şampiyonluğa yeter mi?
Fenerbahçe, puan olarak ligin zirvesinde yer alıyor. Vitor Pereira’nın öğrencileri puan olarak en üstte yer alsa da, oyun olarak aynı şeyi söylemek mümkün değil. 8 haftada neredeyse tüm maçların bir devresi boşa geçiyor. Sarı-lacivertlilerin çok iyi hale getirdiği savunma hattına rağmen hücum organizasyonları ya da oyuncu yeterlilikleri için aynı şeyi söyleyemeyiz.
Fenerbahçe taraftarı gerek statta gerekse ekran başında, “Bir an önce maç bitsin de 2’yi yemeyelim” stresiyle tamamlıyor karşılaşmaları. Bakın Fenerbahçe şampiyon olamaz demiyorum, Fenerbahçe bu oyunla şampiyon olamaz diyorum. İkisi arasında fark var. Şampiyonluk için rakip yarı alanda daha cesur, daha coşkulu, rakibe daha endişe veren bir oyun gerekiyor.
Sarı-lacivertlilerde ya hücumdaki futbolcular kapasitelerinin üstüne çıkarak oyunun seviyesini yükseltecek ya da yönetim ara transfer döneminde soru işaretsiz bir golcüyü ileri uca koyacak. Yoksa 2-1’e abone olmuş oyunların ve skorların sürdürülebilirliği yok.
Stres yönetimi önemli
Başlığı öyle attığıma bakmayın, ben de stresini kolay yönetebilen bir adam değilim. Ama ben büyük kitlelere liderlik yapmıyorum. Teknik direktörlük bir nevi topluluğa liderlik etmektir. Hele bir de büyük takımda çalışıyorsanız, milyonlarca insanın duygusuna hitap eden, sevinmelerine, üzülmelerine vesile olan bir iş yapıyorsunuz demektir. Bu da çok büyük sorumluluk getiriyor. Sergen Yalçın’ın sorumluluğu da çok büyük. Lider bir karakteri var. Çok da sevilen başarılı bir teknik direktör. Ancak stres yönetimi konusunda danışmanlık almalı. Elbette hakemler kötü kararlar veriyor, bazen insan saç baş yoluyor. Fakat teknik direktör, taraftar gibi reaksiyon gösterdiğinde zararı kimseye değil kendisine oluyor. Taraftarsanız evde maçı izlerken elbette sinirlenip yastığa tekme atabilirsiniz, ama teknik direktörseniz çıkmamış topa tekme atamazsınız. Kriz/stres anlarında metanetli kalmayı başarmalısınız. Zararı kimseye değil, size ve takımınıza...