Yönetmenliğini Gökçe Kaan Demirkıran'ın yaptığı 'Güzel Adam Süreyya' belgeseli vizyona girdi. İşte Beşiktaş’ın malzemecisi Süreyya Soner’in hayatını anlatan Güzel Adam Süreyya belgeseli hakkında yazılan eleştiri yazıları...
16
Şimdi Amerikalılardan daha iyi insanlarız gibi saçma bir şey iddia edecek değilim ama şu da bir gerçek: Bizim mahalle kültürümüzde takımda herkese yer vardı. Küçük büyük, becerikli beceriksiz herkes futbol oynardı. Ama fasulyeden ama ciddi. Ben Şişli’de, henüz boş arsaların olduğu dönemde büyüdüm. Arsaya da gerek yoktu aslında, yola 2 taş koyar, kale yapardık. Yol dediğim, bugün karşıdan karşıya geçmekte güçlük çekeceğiniz Sıracevizler Caddesi’nden söz ediyorum. Amerikan filmlerinde görüyorum da, beceriksizlerin dışlanmasını filan, garipsiyorum. Süreyya Soner de beceriksiz bir futbolcuymuş. Kalecilik yaptığında gol yeme rekorları kırarmış. Ama her zaman da kalede kendine yer bulmuş mahallesinde.
Beşiktaş’a kaleci olarak giremese de malzemeci olarak girmiş 37 yıl önce. O gün bugündür takımın bel kemiği o. Ya da Les Ferdinand’ın dediği gibi: Takımın nabzı, takımın kalp atışı o.
Süreyya Soner ilkokulu 7 yılda bitirmiş; ortaokulla 3 sene cebelleştikten sonra eğitim konsunda pes etmiş. Ama Süreyya Soner bir dâhi. Biliyorsunuzdur, zekâyı bir IQ ile bir de EQ ile ölçerler. EQ denilen duygusal zekâ, başkalarıyla ve kendinle empati kurabilme, iletişime geçebilme yeteneği gibi şeylerdir. İşte bu zekâ alanında Süreyya Soner sanırım zirvelerde bir yerde yer alıyor. Hiç yabancı dil bilmemesine rağmen Beşiktaş’ın yabancılarının hemen her zaman en yakın arkadaşı olmuş, sevgisini kazanmış biri. O yabancılar da doğrusu müthiş insanlar. Örneğin Les Ferdinand. Süreyya 4-5 gün işe gelmeyince, birilerinden adresini bulmuş ve Süreyya’nın gecekondusuna gitmiş. Süreyya’yı yorgan döşek yatar bulunca, alıp bir hastaneye yatırmış, tedavi ettirmiş. Şimdi de bizim mahalleye çakmanın zamanı: O zamana kadar kulübün aklı neredeymiş? Neyse... Gordon Milne, antremanlara geç gelen Feyyaz’a, sırf Süreyya üzülmesin diye kızmazmış.
Güzel İnsan Süreyya belgeseli, sinema tarihinde muhtemelen bir ilki gerçekleştirmiş; bir takımın futbolcusunu değil de malzemecisini, basit bir emekçisini merkezine oturtmuş. Beşiktaş’a da bu yakışırdı doğrusu. Bir Beşiktaşlı olarak gururlandım bu belgeseli izlerken. Ama belgeseli izlemek için Beşiktaşlı olmak şart değil. 37 yıl içinde futbolun ne kadar değiştiğini, ne kadar büyük yoksunluklardan nasıl büyük paraların döndüğü bir endüstriye dönüştüğünü izlemek için de gidilir bu belgesele. Bir de keşke Yılmaz Erdoğan’ın o itici ses tonuyla anlatışı olmasaymış. Maçoluktan bu kadar uzak bir futbol filmine hiç yakışmamış o davudi ses tonu. (Cüneyt Cebenoyan)
26
Sadece bir sezon Türkiye’de futbol oynamış olmasına rağmen unutulmaz izler bırakan Les Ferdinand, “Güzel Adam Süreyya” belgeselindeki en dokunaklı anların parçasıydı. Neden bir yıllık bir maziye rağmen bu kadar çok iz bıraktığının da göstergesiydi aynı zamanda bu anlar. Beşiktaş’ın 37 yıllık malzemecisi Süreyya Soner’in hayatını takip eden belgesel birçok önemli ismi de barındırıyor bünyesinde ama Ferdinand’a özel bir vurgu ile başlamak gerek. Süreyya’nın hasta olduğu için gelmediği bir gün Ferdinand bir arkadaşıyla birlikte evine kadar gidiyor ve onu hastaneye götürüyor. Diğerlerinin çok fazla umurlarında olmadığını da ekleyerek… Bu Ferdinand’ın “arkadaşlar böyle yapar çünkü” diye anlattığı bir şey. Ama asıl başka bir tespiti vurucuydu. İngiliz oyuncu Süreyya Soner’i takımın kalbi olarak görüyordu. Bir futbol takımının vücut gibi olduğunu, çeşitli organların uyum içerisinde çalışması gerektiğini belirtiyordu. Ama asıl olarak kalbin işlevine dikkat çekiyor ve bu organ kan pompalamasa diğer organların hiçbir anlamı olmayacağının altını çiziyor ve ekliyordu: Süreyya takımın kalbiydi. O olmasa vücut çalışmazdı.
Bu bakış çok alegorik ve şairane gelebilir. Ancak milyon dolarlık ayakların, devasa tesislerin, onlarca yıllık tarihin içinde bütün bunları bir araya getirecek ve çalışmasını sağlayacak bir emekçinin önemine dikkat çekmesi açısından çok önemli bir tespitti bu. Aralarında Fikret Orman, Metin Tekin, Ali Gültiken, Feyyaz Uçar, Les Ferdinand, Gordon Milne ve Ricardo Querasma gibi Beşiktaş tarihinin önemli isimlerinin; Süreyya Soner’in çocukluk ve ilk gençlik arkadaşlarının da bulunduğu onlarca kişinin “onun gibi bir insan tanıyamazsınız” diye bahsetmesinin, bu kadar çok kişinin aynı şeyde ortaklaşmasının yalnızca “Beşiktaşlılık” ile bir ilgisi olmamalı.
MÜTEVAZI VE EMEKÇİ BİR KARAKTER
Belgeselde söz alan herkes onun mütevazı ve emekçi kişiliğinden, renkli karakterinden bahsediyor. Örneğin hiçbir dili konuşamasa da takıma katılan yabancı futbolcularla en iyi muhabbeti onun yapması. Querasma ile yakın arkadaş olmaları, kulüpten kovulduktan sonra yokmuş gibi davranılan John Toshack’ı uğurlamak için havaalanına giden tek insan olması, statların şimdiki gibi güvenlikli olmadığı zamanlarda yukarıda maç oynanırken oyuncuların özel eşyalarını korumak için soyunma odasında kalıp maçı radyodan dinleyecek kadar fedakâr tavırları ve daha birçok hikâye akıp geçiyor film boyunca.
Süresinin gereğinden biraz fazla uzun olması, Yılmaz Erdoğan’ın okuduğu metinlerin ve okuma formunun belgesele gereksiz bir romantizm/arabesk katan uyumsuzluğunu bir yana bırakırsak oldukça dokunaklı bir insan hikayesi “Güzel Adam Süreyya.”
Belki de tam da bu yüzden onu Münir Özkul’un canlandırdığı karakterlerle ve özellikle de Yaşar Usta ile aynı kadrajın içine koymaya cesaret ediyor onu yönetmen Gökçe Kaan Demirkıran. Bugüne kadar hiç yapmamış olsa bile, yarın bir gün tesisteki emekçilerin, takımdaki kardeşlerinin başına bir şey gelirse patronun karşısına çıkıp “Bak beyim. Sana iki çift lafım var…” diyebilecek bir karakter olduğu için… Tam da bu yüzden Yaşar Usta’nın bir nostalji olmadığını, bu toplumun derinlerinde bir yerlerde, yüzlerce binlerce emekçinin kişiliğinde yaşamaya devam ettiği göstermesi açısından da umut verici bir film aynı zamanda “Güzel Adam Süreyya.”
‘BEŞİKTAŞLILIK DURUŞU’ NEDİR?
Öte yandan film Süreyya Soner’nın karakterinin “Beşiktaşlılık duruşu”, “Beşiktaşlılık kültürü”, “Beşiktaş’ın değerleri”yle özdeşleştiriyor. Takımın yüzyılı aşkın tarihinin, birikiminin Süreyya Soner’in kişiliğinde vücut bulduğunu ifade ediyor. Bu değerlendirme doğru hiç kuşku yok ki ama biraz eksik. Filmin materyallerinin içinde fazlaca mevcut olan ama derli toplu bir cümle haline getirilmeyen başka bir tarafı da yok mu bu ilişkinin? Süreyya Soner’in daha ilk gençlik yıllarında kaybettiği bir dostuna onlarca yıllardır bitmeyen sadakatinin, her bayramda her şampiyonlukta ilk onun mezarına gidiyor olmasının, matbaa ve Yeşilçam’da set işçisi olarak çalışırken ortaya çıkan karakterinin, kendi deyimiyle “O olmasaydı ben burada olmazdım” diyecek kadar Yılmaz Güney’le olan yakınlığının, çocukluk alışkanlıklarını bırakmayıp hala Taksim Meydanı’nda futbol oynamaya devam eden aidiyet duygusunun da Beşiktaş’a kattığı bir şeyler olmalı.
Süreyya Soner’in 30 yaşında Beşiktaş’ta çalışmaya başlamadan önce biriktirdiklerinin, emekçi karakterinin, mütevazı kimliğinin, tok gözlülüğünün, dost canlılığının da Beşiktaş’ın kültürünü değiştirdiğini, ona yepyeni bir boyut kattığını derli toplu söylemekte eksik kalıyor film biraz. Süreyya Soner’in örnek kişiliğini “Bunlar hep Beşiktaşlılıktan” diye anlatmaya çalışıyor daha çok. Oysa bugünün futbol ortamını düşündüğümüzde daha çok tersinden kurmak gerekiyor bu ilişkiyi. Beşiktaş’ın kendi taraftar kitlesini aşan ve has futbol severler arasında saygı duyulan taraflarına bakınca hep Baba Hakkı’dan, Şeref Bey’den Metin-Ali-Feyyaz’da cisimleşen o muhteşem takımdan ve tabii ki “Güzel Adam Süreyya”dan beslendiğini de görmek gerek! (Şenay Aydemir)
36
Türkiye’deki sinema salonlarına çok nadir uğrayan bir şey belgesel film. Ticari açıdan ilgi çekici olmayan bu yapımlar, bir sinema filminden çok daha emek, vizyon ve bilgi isteyen bir tür aynı zamanda.
En son Kedi belgeseli uğramıştı ‘Başka Sinema’ salonlarına. Şimdi ise bir ‘kartal’ var. Beşiktaş’ın sevgisi, tarihi, dünyası sanki üzerine inşa edilen bir adam; malzemeci Süreyya Soner.
Futbol tutkusu çocukken başlar ya insanda. Futbolcular abilerdir bizim için. Bugün 38 yaşındayım; ama sahada koşturan herkese hala çocuk gözlerimle, abimmiş gibi bakarım, hep benden büyüktür onlar. Ama bazı insanlar vardır, her yaşta abimizdir, samimidir, insandır. Kibri yok, tevazusu gerçektir. İşte Süreyya Soner bu saydıklarımın vücut bulmuş hali, herkesin abisi, kardeşidir.
Gökçe Kaan Demirkıran imzalı Güzel Adam Süreyya yalnızca bir futbol belgeseli değil elbette. Yakın tarihin İstanbul’unu, kıyısından kenarından Yeşilçam’ı, futbolun çamurlu sahalardan endüstriyel bir fabrikaya dönüşümünü ve Beşiktaş’ın, Beşiktaşlıların tutkusunu naif, karşılıksız ve çoşkulu sevdasını anlatıyor.
Güzel Adam Süreyya, nostalji duygumuzun bir kez daha saksısında sulandığı, maziye dair güzel, hüzünlü anıların el ettiği bir yapım. Tanıyanların daha çok seveceği, tanımayanlarınsa tanışacağına memnun olacağı Süreyya Soner tüm samimiyeti, hesapsız cümleleri, acıları ve anıları ile karşımızda.
Her şey değişip kötüleşirken güzel kalmayı başaran adam Çocukluğu 1980’lerde geçen ve Beşiktaş’ın o dönemdeki kadrosunu ezbere bilen biri olarak benim için Güzel Adam Süreyya belgeseli hazine niteliğinde. Metin – Ali – Feyyazlar, Les Ferdinandlar, Gordon Milneler… 1980’lerden, 90’lardan çıkıp gelmişler. Ne iyi etmişler. Bu saydıklarımın dışında da önemli isimler var elbet, Deniz Tarafındaki Kale gibi güzel bir Beşiktaşlı şiir kitabı olan Vedat Özdemiroğlu, sesiyle Yılmaz Erdoğan, Beşiktaşlı güzel ablamız Itır Esen… Futbolcuları saymıyorum bile ama Sergen yok.
Güzel Adam Süreyya, Yılmaz Erdoğan‘ın sesiyle başlıyor ve ‘ilerleyen dakikalardaki ataklar’ da onun sesiyle devam ediyor. Lakin, Erdoğan‘ın aşırı duygu katılmış sesi, naifliğe yukarıdan bakan samimiyetsiz bir şiir kasedine dönüştürüyor belgeseli (neyse ki çok değil). Niyet güzel, ama yedek kulübesinde oturan bizim güzel Abimiz Süreyya’nın kumaşına bu model uymuyor.
Teknik açıdan zayıf düşen, yer yer savruk, ama bir o kadar güzel bir belgesel Güzel Adam Süreyya. İsterdim ki Beşiktaş kulübü tarafından finanse edilseydi de ekipmanı güzel, ekibi kalabalık bir işe imza atılsaydı. Kişisel çabanın ürünü olduğu belgesel samimiyetinin ötesine geçemiyor..
Son ‘üçlüyü’ o çekti Şehirden kente dönüşen İstanbul’un son mahalle çocuklarından Süreyya Soner, Şeref Stadı ile Vodafone Arena arasındaki her şeyi simgeleyen İnönü Stadında son üçlüyü çeken kişi oldu. O son üçlü bir daha aslında hiçbir şeyin ‘samimi’ olamayacağının da bir vedası gibiydi.
Kısaca, Güzel Adam Süreyya, amatör ruhta çekilmiş, sosyolojik ve tarihi içerikleri ile değerli, Beşiktaş gibi bir belgesel.
NOT: Keşke Milne, Ferdinand gibi isimlerle Süreyya abiyi buluştursalardı. (Sinefesto)
46
Bir insanın yaşamı, her kim olursa olsun, her nerede yaşıyorsa yaşasın, her ne yapıyorsa yapsın muhakkak ki özeldir, önemlidir. Tabii ki, bakmak, bakmayı bilmek, ondaki farklılığı anlamak, anlatabilmek gerekli… Bunu bize sunan filmlere belgesel diyoruz. Belgeseller, yorum da içeren ama aslında izleyicinin yorumunu öne çıkaran çalışmalardır.
Bizim ülkemizde, belgesel denilince akla -her nedense- sadece tarihi değerlerin anlatılması geliyor. Onların da çoğunu yok ettiğimiz için sadece camiler var elimizde… Onları da yeterince anlatabildiğimizi sanmıyorum ya… Bu yazının konusu değil, başka bir yazıda ele alırız.
İnsan, en değerli varlık
Toplumsal belleğimizin olmadığını, eskiyen her şeyin unutulduğunu, unutulanların arkasından hüzünlendiğimizi söyleyip dururuz. O güzellikleri belgelemek isteyenler gerekli bilgiyi, belgeyi bulamaz; bulanlar da daha fazla kazanç getirecek yatırımlara yönelir. Bu, yazmak için de, görüntülemek için de, resimlemek için de geçerli… Resmi ve özel kurumlar da her şeye para bulurlar ama böylesi güzellikleri belgelemeye hiç sıcak bakmazlar.
Bu nedenle, hemen baştan Sompo Japan Sigorta ile İdea Jeneratör’e teşekkürü bir borç biliyorum. Her şey para değildir, bu yapılan, paradan çok daha değerlidir, geleceğe kalacak önemli bir yaşamdır.
Takımın atan kalbi
Maç içerisinde tribünden edilen küfürlere, “Ayıptır, yazıktır.” diyen Süreyya’ya, “Sen hele hiç konuşma, her maçta görüyorum seni, hep yedeksin. Hiç mi oynamaz bir insan…” cevabı, o seyircinin duygusuyla birlikte bilgisizliğini de yansıtıyor. Bilenlerse, Süreyya’yı hep merkezde tutuyor, takımın kalbi olarak niteliyor.
Önemli bir çalışma Güzel Adam Süreyya. Yönetmen Gökçe Kaan Demirkıran çok titiz çalışmış, yıllara dayanan çekimleri iyi toparlamış. Muhakkak ki eksikleri vardır ama eksiksiz hayat mı olur!
Gözleri doluyor…
Birçok işe girmiş çıkmış Süreyya. Herkese sevdirmiş kendini. Beşiktaş’la sahaya çıkmak en büyük arzusuymuş ve malzemeci olarak her maçta, ister deplasmanda, ister Avrupa kupası maçlarında çıkmış büyük bir gururla.
Anlatırken gözleri doluyor, bu kadar da duyarlı, bu kadar da alçakgönüllü… Gözlerinin içi gülüyor güzel bir şey anlatırken…
Futbolcular, malzemeci Süreyya ile ilgili anılarını aktarırlarken, belli ki kendileriyle en içten ilgilenen, onlara hep yakın davranan bu ağabeylerini unutamıyorlar. Çok insan, futbolcu, yönetici, çalıştırıcı geçmiş takımdan ama Süreyya hep kalmış. Hepsiyle de iyi anlaşmış, hiçbiri kötü söylemiyor, rakip olsalar da artık.
Önce futbol…
Futbolcuların bilinçsizliği üzüyor tabii, ister istemez, izledikçe. Sağlıkta ve hastalıkta Süreyya’yı arayıp soran (dil bilmeseler de “tarzanca” anlaştıkları halde) yabancı futbolcular olmuş. Bizim futbolcularımız, biraz palazlanınca herkesi küçümsüyorlar, film de bunun kanıtı. İstisnalar da var kuşkusuz, onları da izliyoruz zaten…
Yaşamını futbola vermiş, takımı için gece gündüz çalışan Süreyya’nın eşi ve oğluna daha çok yer verilmemesi, futbolun ailesinden de önce geldiğinin göstergesi bana sorarsanız. Eşinin ve oğlunun görüntüde yer alması da, aayıp olmasın, o da bulunsun” kabilinden araya sıkıştırılmış…
İki küçük noktaya takıldım…
Birincisi, Efsane Başkan Süleyman Seba’nın (yanlış mı hatırlıyorum), Süreyya adının kız adı olduğunu söylemesi… Çünkü Beşiktaş’ta Süreyya adlı çok da başarılı bir futbolcu vardı, nasıl unutulur! Hele de Başkan’ın unutması, mümkün değil. Bir hata olmalı…
İkincisi, Yılmaz Erdoğan’ın rol çalması… Dış ses olarak destek veren Erdoğan, haddinden fazla ağdalı yorumlamış elindeki metni.
Devamını bekliyoruz…
Derler ki, ABD’nin bu kadar güçlü olmasının altında, müzelerinin çok olması yatar… Amerika kıtası, daha bilinmezken biz İstanbul’u fethetmiştik ama bizim o kadar müzemiz yok. Buna da bağlı olarak binlerce yıla dayanan kültürel geçmişimizi ne yazdık ne de film yaptık. Bu ilk adım olsun. (Korkut Akın)
56
Süreyya Soner, Beşiktaş’ın kalbidir. 1980’lerden bu yana bir takımın ‘malzemecisi’ olmak kolay iş değil. Beşiktaş’ın her zaman ‘ruhu’ denince parmaklarımız rahatlıkla onu işaret edebilir. Dünya sinemasında da böylesi ‘emekçi kişiler’in öyküleri öne çıkarılmaz. Genelde bu gibi tipler geri planda kalır.
Gökçe Kaan Demirkan da böyle bir eksikliği kapatıyor. “Güzel Adam Süreyya” (2018); “Eski Açık Sarı Desene” (2003), “Takım Böyle Tutulur” (2005), “Adı Aşk Bu Eziyetin” (2010) gibi taraftar belgesellerinin arasına katılıyor. Ama odağını bulan ve duygusu olan bir işle. Süreyya’nın yüreğine inanıyoruz. Onun düğün fotoğraflarından Quaresma’yla görüntülerine uzanan hayatı sürprizlerle dolu.
Elbette ki 112 dakika tercihi bir risk. Klasik anlatı metotlarına bel bağlayan belgeselin akıcı olması için kısaltılması şartmış. Örneğin Oğuzhan Özyakup, Fabri, Caner Erkin gibi yeni isimlerle yapılan röportajların yerine, Metin Tekin, Feyyaz, Ali Gültiken ve Les Ferdinand gibi belgeseli hareketlendiren isimler daha da öne çıkabilirmiş, veya Sergen Yalçın eklenebilirmiş.
Bu haliyle de bir ‘ruh’u yansıtmak mümkün olabiliyor. Ama teknikle iz bırakmak farklı bir mesele… Yılmaz Erdoğan’ın anlatıcı sesini koymak çok basit bir tercih. Söyleşilerin arka arkaya kurgulandığı şablonda epizotlar ise ‘üstünkörü’ duruyor. Sözgelimi Zidane’a dair 2006 tarihli dahiyane belgeselin tekniğini görmek zor. “Döğüşenler de Var Bu Havalarda” (2016), “Yeşil Kırmızı” (2017) gibi Gençlerbirliği ve Amedspor’a adanmış başarılı takım belgesellerinin seviyesine ulaşamıyor “Güzel Adam Süreyya”. (Kerem Akça)
66
Onca futbolcu, onca teknik direktör, hatta onca başkan... Hepsi geldi geçti ama o hep yerini korudu, o hep kulübedeydi... Evet, Beşiktaş’ın malzemecisi Süreyya Soner’den bahsediyoruz... 1981’de kapısından girdiği takımın sayısız sevincine, coşkusuna, mutluluğa, hüznüne, acısına, gözyaşına tanıklık eden isimden...
Gökçe Kaan Demirkıran, metinlerini de kendisinin kaleme aldığı ‘kurgusal belgesel’i ‘Güzel Adam Süreyya’da, işte bu kişiliğin hayatından kimi kesitleri, yaşadığı anın tanıklarıyla birlikte perdeye taşımış. Söz konusu çalışma genel bir parantezde Soner’in öyküsündeki ilk basamaklardan (matbaa işçiliği, Yeşilçam emekçisi vs.) başlayarak Beşiktaş camiasına dahil olma sürecini izliyoruz. Sonrasında da Siyah-Beyazlı takımın çeşitli kuşaklara ait yıldızlarıyla kurduğu derin ve belki de sonsuza kadar hiç kopmayacak bağların izlerini sürüyoruz. Kendisine Beşiktaş’a girmesinde önayak olan Ziya Doğan’dan Metin Tekin’e, Ali Gültiken’den Les Ferdinand’a, Feyyaz Uçar’dan Ricardo Quaresma’ya, Rıza Çalımbay’dan Şenol Fidan’a, Fikret Orman’dan Şenol Güneş’e, Gordon Milne’den çevirmen Halil Yazıcıoğlu’na birçok isim, birçok sima ‘Süreyya Soner’in kulüp tarihindeki ve kendi hayatlarındaki önemini, işlevini, vazgeçilmez yanını anlatıyor.
Anlatıcı sesi Yılmaz Erdoğan olan ‘Güzel Adam Süreyya’yı kuşkusuz Beşiktaş taraftarları daha fazla sevecek ama filmde Siyah-Beyazlı renklere gönül verenlerin dışındaki futbolseverlerin de hoşlanacağı anlar, ayrıntılar, hatıralar bulunuyor... (Uğur Vardan)