Ajans Beşiktaş - Vala Somalı... Yıl 1914… Altı yüz küsur yıllık koca imparatorluk, en sıkıntılı, en buhranlı günlerini yaşıyor. Genel harp felaketi, ülke toprakların üzerine bir kabus gibi çökmüş. Buna paralel olarak Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün memleket savunmasındaki hissesine düşen fedakarlık payı, küçümsenemeyecek boyutlarda… Beşiktaş Futbol Takımı Kaptanı Şair Kazım, Asım ve Rıdvan’ın parçalanmış vücutları Çanakkale mevzilerinde bulunmuştu. Doktor Ali, Doktor Mehmet, Doktor Sabri ise “Kafkas Cephesi”nde “tifüs” felaketi ile yaşamlarını yitirmişlerdi.
Kısa bir süre sonra, Baltalimanlı Muallim Sadi ile Behzat’ı da, savaşın ileri hatlarında vuruşurken kaybeden Beşiktaş Kulübü sadece ilk futbol takımından bile sekiz şehit birden vermişti.
Söz konusu bu kadronun santrforu ve şube kaptanı, esasında her şeyi olan Şeref Bey de yedek subay olarak katılmıştı orduya. Birinci Dünya Savaşı’nın şiddetini artırdığı günlerde “O” da Romanya Cephesi’ne gönderilmiş takımın diğer elemanlarından Fahri ve kaleci Doktor Resul, Anadolu topraklarını savunacak birliklere katılmıştı gönüllü olarak
Şehit Asım
1911 yılında kurulan Beşiktaş’ın ilk futbol takımının forvet oyuncularından biriydi. Çanakkale Harbi kapıya dayandığı an, ayağından top ayakkabılarını çıkarıp, postalları giyen ve alelacele cepheye koşan “sağiç” Asım, İstanbul kökenli, mektep medrese görmüş münevver kesimden “Mülazım-ı Evvel” (Osmanlıca’da üsteğmen) rütbeli bir gönüllü...
Bulunduğu mevzinin iki-üç metre ilerisinde yarım dakika evvel yaralanmış olan bir askeri emin bir yere çekmek için yerinden fırladığı anda yanıbaşına düşen top mermisiyle başı gövdesinden ayrılarak şehit olmuştur Asım. Sporcu kimliğinin yanı sıra efendiliği ile de çok sevilen bir genç olduğu için, şehit düştüğü haberi Beşiktaş ilçesine ulaştığında onu tanıyan yediden yetmişe herkesi bir hüzün kaplamıştı günlerce…
Cumhuriyetin ilanı ile birlikte Beşiktaş Belediye Meclisi kararıyla ilçenin en seçkin sokaklarından birine “Şehit Asım Sokağı” adının verilmesi bu sevginin tezahürüdür şüphesiz…
“Kaptan” Şair Kazım
Futbola olduğu kadar, edebiyata da aşırı düşkünlüğü vardı. Sporun dışındaki zamanlarını “şiir” yazarak değerlendirirdi. Bu yüzden lakabı “şair” olarak takılıp yerleşmişti çevresinde.
Bir gülle ile canından olmadan önce bulunduğu cephenin tehlikelerle dolu atmosferi içinde bile şiirler yazmıştı. Siyah-Beyazlı kaptanın Çanakkale Harbi sırasında şehit düşmeden evvel yazdığı şiirin “Biz Onbir Arkadaşız, Lakin Arkamız Var” mısrası zamanla bir “Beşiktaş Marşı” olarak sporseverlerin yıllarca haykırdıkları bir slogan olmuştu statlarda.
Şair Kazım, Çanakkale’de mevzilendiği çukura düşen bir güllenin sırtında açtığı ölümcül bir darbe ile anında şehit düşmüştü. Birliğindeki yakın silah arkadaşları, yerde cansız yatan bedeninden fırladığı anlaşılan bir kağıt parçasını hatıra olarak saklamışlardı. Zira kağıtta çok anlamlı satırlar karalanmıştı şehidimiz tarafından. Bu yukarıda sözünü ettiğimiz ve sonradan ağızlardan uzun yıllar düşmeyecek olan “Beşiktaş Şiiri”ydi Kaptan Kazım’ın:
Hayatı süsledik izharı ittihatla bugün,
Yolunda gençliğin ulvi değil miydi birleşmek.
Sebatı bayrağımız yaptık, İ'tilamız için...
Neticesiz ve boş olmaz, sebatla hiçbir emek.
Dakikalar bize bir nağbe nişad olsun,
Kulübümüzde müceddet nücumu mevc vursun
Bu kainat bize hep gıpta ediyor isar,
Biz 11 arkadaşız, lakin arkamız daha var.
Bu zevk alemi dar zannedip de aldanalım,
Vekar, hak gibi sakin, nezih ve saf olalım.
Fakat bu hal ile, kuvvet gibi cesur olalım.
“Balkan Harpleri”, Çanakkale Savaşı ve yeniden dirilişimizi ilan ettiğimiz “İstiklal Harbi” dönemlerinde her Türk gibi Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün sporcuları da hiç tereddüt etmeden cephelere koştular. Sıcak savaşlarda ya şehit ya da gazi oldular. Cephelerden sağlam dönenler ile yaralı olup bilahare iyileşenler, “mütakere” ve “işgal dönemi”nde de boş durmadılar. Yine binbir tehlike ve canları pahasına risklere girerek Anadolu’ya silah ve cephane sevkiyatında bilfiil çalıştılar.
Beşiktaşlı atletler de boş durmuyorlardı
İstanbul’un işgal altında olduğu günlerdeyiz… Kartal’ın ordu mensubu atletleri haftaiçi günlerde İstanbul’a yakın il ve ilçilere silah kaçırıyorlar, yarışma günlerinde de İstanbul’a dönüp spor sahalarında Beşiktaş’ı temsil ediyorlardı.
İşgal altındaki İstanbul’da İngiliz ve Fransız ordu mensuplarının aşırı müsamahası ile büsbütün şımaran yerli azınlık mensuplarının, İstanbullu Türkler’e karşı olumsuz tutumları tahammül edilemez boyutlara ulaşmıştı. Birinci Cihan Harbi’nin verdiği tahribatla cephelerde birçok değerli sporcusunu kaybetmiş olan İstanbul kulüpleri, o tarihlerdeki seyrek spor faaliyetlerine bu nedenle hakiki hüviyetleri ve gerçek güçleriyle iştirak edemiyorlardı. Tüm bu gayri müsait şartlara rağmen 1919, 1920 ve 1921 yıllarında Kadıköy’ün İttihatspor (Union Club) sahasında Ermeni, Rum, Musevi, Fransız, İngiliz ve Amerikan takımlarının tertipledikleri “İstanbul Atletizm Müsabakaları”na bir Türk kulübü olarak sadece Beşiktaş katılabilmişti.
Daha evvelki yıllarda bu tip yarışmalara 100-125 kişilik geniş sporcu kadroları ile iştirak eden Beşiktaş, savaşın getirdiği malum olumsuzluklar nedeniyle atletizm takımını artık on-on beş kişiden teşkil edebiliyordu o günlerde. Üstelik bu atletlerin en önemlilerinden beşi Harbiyeli olduklarından İstanbul civarında yer yer kıpırdanmaya başlamış olan hürriyet kuvvetlerindeki görevleri icabı sık sık ortadan kayboluyorlardı. Buna rağmen yarışmaların yapılacağı gün ve saatte beşi de atletizm pistindeki yerlerini almaktan geri kalmıyorlardı.
Daha birkaç gün evvel Sakarya civarındaki mukavemet birliklerine yapılan gizli silah sevkiyatında görev almışlar ve müsabakalar arifesinde olduklarını da dikkate aldıkları için karanlık bastıktan sonra yola koyularak İstanbul’a zamanında varabilmek için kilometrelerce yolu yaya olarak katetmişlirdi.
Sonuç olarak diğer atlet arkadaşlarının da katkılarıyla Siyah-Beyaz renkleri zafere ulaştırıp “Birincilik Kürsüsü”ne çıkmışlardır. Avrupalı işgalcilere ilk mağlubiyet dersini spor alanlarında vererek yaralı gönüllere merhem ve teselli kaynağı olmuşlardı. Bu beş büyük asker-sporcu Beşiktaşlılar şunlardır:
Yüzbaşı Daniş Karabelen (Korgenaralliğe kadar terfi etti)
Üsteğmen Ümran Yetişel (Yıllar sonra genaral oldu)
Yüzbaşı Ragıp Bey (Genaral oldu)
Üsteğmen Abdullah Bey (Zamanla topçu albay oldu)
Teğmen İzzet Bey (Yedek subaydı, lakabı “Sırıkçı İzzet”ti)
Gazi Teğmen “Hokeyci” Refik
Milli mücadelenin yoğunlaştığı günlerde, Sakarya Harbi’ne katılan Beşiktaşlı “Hokeyci” Refik, düşman topçusunun yolladığı bir güllenin isabetiyle iki ayağını birden kaybetmişti. Maalesef belden aşağısı tamamen yok olmuştu. Buna rağmen, Eskişehir Hastanesi’nde zamanında yapılan müdahale ile tekrar yaşama döndürülmüştü. Bir zaman sonra Mareşal Fevzi Çakmak, hastanede yatan gazileri ziyarete gelmişti. Yaralı askerler arasında çok dikkat çeken görüntüsüyle mareşalin hemen ilgisini çeken Teğmen Refik bey, acısını belli etmeyen bir yüz ifadesiyle “Nasılsın asker?” diye soran o büyük insana ‘Çok iyiyim komutanım” diyerek karşılık vermişti. Aldığı bu cevapla çok duygulanan mareşal, eğilip öpmüştü anlından yarım askerin…
Beşiktaşlı ilk şehit pilotlar
Yüzbaşı Fethi ve Sadık Beyler
Fethi Bey, Beşiktaş kurucularındandır. 1907’de Bahriye Mektebi’ni bitirdi. Rütbesi üsteğmendi. 1911’de İngiltere’nin Bristol fabrikasında uçak pilotu olarak eğitim gördü. Bir yılını bu ülkede geçirdikten sonra İstanbul’a döndü ve “yüzbaşı” rütbesine terfi etti. Talat ve Cemal Paşa’lara uçuş dersleri verebilecek kadar usta bir pilottu. Buna rağmen İstanbul-Kahire arasındaki tecrübe uçunu gerçekleştirirken Şimriye nahiyesi civarında üç yüz metreden yere çakılarak yardımcısı Sadık Bey ile birlikte şehit oldu.
Balkan harbi bozgunundan yeni çıkılmıştı. Gururu rencide olmuş Türk halkı bu genç subayların özverili teşebbüslerinden dolayı heyecana kapılmışlardı. Ölümleri tüm yurtta matem uyandırdı. O kadar ki hatıralarına hürmeten türküler ve ağıtlar yakıldı. Yüzbaşı Fethi ve Yüzbaşı Sadık beyler, pilotluklarının yanı sıra Beşiktaş’ta otomobil, atletizm ve bisiklet sporlarıyla faaliyet göstermekteydiler.