Süper Tiyatro’nun derbi görünümlü kirli bir senaryosunu daha geride bıraktık. Her zamanki gibi oyun adına konuşabileceğimiz bir şey yok.
Normal şartlar altında, gördüğünü çalan şerefli, haysiyetli, insan evladı bir hakem yönetiminde Fenerbahçe’nin Beşiktaş’ ı yenme olasılığı, (Kadıköy/Dolmabahçe fark etmez) %10’dan azdır.
İki takım arasında oyun ve futbolcu kalitesi bakımından iki gömlek fark olduğunu biraz futbol bilgisi olan herkes rahatlıkla görebilir.
Olası Beşiktaş galibiyetinde 8 puan geriye düşecek olan rakibin lige havlu atacağı, teknik direktörünün 1 dakika daha o koltukta oturamayacağı, koltuğu sallanan yönetimlerinin daha da zor durumda kalacağı gerçeği kuşkusuz birilerinin işine gelmeyecekti.
Masa başı oyunlar devreye girmeliydi. Düdükçüsü, tüpçüsü, tokatçısı ve dekoderci’si senaryoyu yazıp, palabıyıklı seri katil eliyle uygulamaya geçildi.
Senaryonun bu şekilde işleyeceği günler öncesinden belliydi. Daha önce de defalarca başımıza gelenler bu sefer de bağıra bağıra geliyordu.
Beşiktaşlı oyuncuları taraftar ve tekmelerle sinirlendir, kırmızı kart potansiyeli olan oyuncuları tahrik et, en ufak hareketlerinde kırmızı kart çıkar ve uyduruk penaltılarla işi bitir.
Kirli tezgâh daha önce de defalarca uygulandığı gibi aynen bu şekilde işleyecekti.
Peki bizim yapmamız gereken neydi?
1- Psikolojik bir harp şeklinde geçeceği malum maçta kırmızı kart görmesi olası oyuncuları ilk 11’de oynatmamalıydık. Özellikle Quaresma çabuk tahrik olması, Tosic ise dengesiz müdahaleleri sonucu birçok kez takımı 10 kişi bırakmıştı. Rakibin bu oyuncular üzerine oynayacağı belliyken ve kadro derinliğimiz de yeterliyken göz göre göre yine aynı hataya düşmek teknik bir hatadan çok akıl tutulmasıdır.
2- Bu tip maçlara yabancı olan Medel ve Negredo gibi oyunculara, mümkün olduğunca hakeme koz verecek pozisyonlardan kaçınmaları gerektiği anlatılmalıydı. Nitekim, Medel’in yaptığı hareket, pusuda bekleyen hakem için tam bir asist oldu. O da penaltıyı çaldı.
3- 5 puan önde olan bir takım olarak, her türlü çirkefliği yapabilme potansiyeline sahip bir rakip karşısında öncelikle sakin olmak oyun felsefesi olmalıydı. Hakemin kararı her ne olursa olsun gık bile demeden arkamızı dönüp görev bölgemize dönmeliydik. Valbuena dışında tehlike yaratabilecek bir oyuncusu olmayan rakibi kilitleyip, bulunacak bir golle sonuca ulaşmayı hedeflemeliydik.
Ama biz yine aynı delikten bile bile, göz göre göre ısırıldık; yine kirli ellerin oyununa geldik.
İnşallah bir daha bu oyuna gelmeyiz.
Kenan Özmen