Ajans Beşiktaş - İşte o yazı:
Televizyonda bir dizi var, adı Kardeş Payı. Beşiktaş'ın her bölümde fazlasıyla anlatıldığı o dizide Metin, Ali ve Feyza'nın babası ölünce Metin doktora "cahil cahil konuşma doktor. İnsanın babası ölür mü hiç?" sorusunu soruyordu. Bütün Beşiktaşlılar'ın Süleyman Seba'nın ölümünden sonra sorduğu gibi...
Babasını kaybetti her Beşiktaşlı; çocukluğunu, gençliğini, Beşiktaş'a aşık olma sebebini, yaşama sevincini kaybetti...
Küçüklüğümde babamın dedesine benzetirdim Süleyman Ağabey'i. İşte bu yüzdendir bıyıklarına dokunup sevme isteğim. 18 yaşıma gelip gazeteciliğe başladığım zaman ise bir kere yanına yanaşıp da "başkanım bıyıklarınızı seveyim" diyemedim, denmezdi de zaten... Genç bir muhabirin yaptığı gibi sürekli Akaretler'deki kulüp binasının kapısında beklediğim için her gün görürdüm başkanı. Akaretler'den aşağı inip kulüp binasına doğru döndüğü zaman kulüpte herkes hazırola geçerdi. Herkese tek tek "günaydın" der ve yıllarca beraber çalıştığı yardımcısı Nur Abla'nın yanına çıkardı. Bazen güvenliğin telefonu çalar ve oradan haber gönderirdi: Çocuğa söyleyin, boşuna beklemesin. Bugün bir şey olmaz...
Ama ben beklerdim. Ne de olsa işim bu değil miydi? Hem o beklemeler sayesinde daha 18'imde Süleyman Ağabey'le rakı içme şansını da yakaladım.
Her akşam Parksa Hilton'a giderdi. Sevdikleriyle, eski dostlarıyla oturur ve sadece Beşiktaş'ı konuşurdu. İşte o günlerden birinde ben de o masada oturma şerefine eriştim. Eski yöneticiler Celal Soydan ve Cengiz Eltutar'ın oturduğu bir masaydı. Daha ilk kadeh konulduğu zaman masaya rakıyı dökme eşşekliğini yaptım ama kalbimin kırılacağını düşünerek "boşver evlat, yenisini koyarız" deme büyüklüğünü gösterdi.
Nevzat Demir Tesisleri'nin yapımına başlanırken de tesislere bakmaya gitmiştik. Süleyman Ağabey, Cenk Koray, rahmetli fotomuhabiri Turgay Örme ve ben. Bizim gazetenin arabasına binip Çekmeköy'e varmıştık. Arazinin girişinde bizi Tuncer Zengin karşılamış ve yapımına başlanan tesisi gezdirmişti. Gezinin sonunda Süleyman Ağabey önce Turgay Örme'ye ardından da bana "buralardan arazi alın, ileride değerlenir" demişti. Ben ise "dağ başında ne yapacağız başkanım?" cevabını vermiştim. Akılsız başım, dinlesene büyüğünün sözünü... Dinlemedik işte, bir eşşeklik daha yaptık!
Aslında hiç kimse dinlemedi ki Süleyman Başkan'ı... Başkanlığı bıraktıktan sonra "Beşiktaş'ı üzmeyin" dedi ama herkes üzdü Beşiktaş'ı. Küstürdüler, maçlara gelmedi. Küstürdüler, kongrelere katılmadı. Küstürdüler, kimseyle konuşmadı...
Son kez evine gittiğimde Samet Aybaba vardı yanında; Holosko'nun İnönü'nün son maçında attığı formayı getirmişti kendisine. Ben eve girince ayağa kalktı "çocuğa içecek bir şeyler verin" dedi. Formayı alınca da "ne zaman yıkıyorsunuz stadı?" diye sordu hemen. İçi acımıştı biraz, hüzünlendi. Ama yeni stat yapılacağı için de içten içe sevindi. İşte orada "belki görmeyiz" dedi. Hep beraber "Allah korusun başkanım" dedik. Ama korumadı işte.
Sonra yine hastaneye yattı, ardından bir kez daha çıktı. Evine bakıcı gelmişti ama söz dinlemiyordu ki. Yatması gerekirken yatmıyordu. Doktorlar da karar verdi: Hastaneye yatması uygundur...
Çok inat etti, direndi... "Öleceksem evimde ölürüm" dedi ama dinletemedi sözünü. Yattı hastaneye, her gün ziyaretçileri gitti yanına ama o arkadaşlarıyla rakı masasında oturup Beşiktaş'ı konuşmayı özlemişti. Yapamadı son kez...
Şimdi konuşacak artık Beşiktaş'ı dostlarıyla bulutların üzerinde... Cenk Koray ile, Baba Hakkı ile, Şan Öktem ile, Vedat Okyar ile, Yusuf Tunaoğlu ile, Ali İhsan Karayiğit ile konuşacak hem de... Kuracaklar diğer tarafta rakı sofrasını belki de... Ve yine gecenin sonuna doğru Eski Dostlar'ı söyleyecekler... Belli mi olur; belki biz de katılırız yakında o sofraya. Bundan daha büyük Şeref var mı ki bu dünyada?