Ajans Beşiktaş - Beşiktaş'ta 1990'lı yıllarda forma giyen Alan Walsh, Beşiktaş Dergisi'ne konuk oldu. Alan Walsh'ın röportajından bir bölüm yayınlandı. İşte o kısım;
Beşiktaşımızda 1990’lı yılların başında forma giyen İngiltereli Alan Walsh, müthiş ortaları ve al da at dercesine paslarıyla tribünlerin gönlünü fethetmişti. Ancak yaşı nedeniyle “Süleyman Seba’nın askerlik arkadaşı” esprilerine maruz kalan efsanevi sol kanat oyuncusu, istemeden de olsa Siyah Beyaz formayı giydiği iki sezonda iki şampiyonluk yaşadıktan sonra ülkesine döndü. Kendisini yıllar sonra İngiltere’de bulduk ve en güzel Beşiktaş anılarını Beşiktaş Dergisi’nde tazeledik. İşte o röportajdan bazı bölümler...
“Gordon, beni ve ailemi İstanbul’a davet etti. O hafta da Fenerbahçe ile kupa finali maçımız varmış. Tabii İngiltere’nin mütevazı bir kasabasının mütevazı bir takımının mütevazı taraftarı için oynuyordum. İnönü’deki coşku selini görünce, ben de burada coşarım, diye düşündüm. Tabii eşim ve dört çocuğum biraz korkmuştu ortamdan. Ama ilk defa bir şeyi çok istedim ve aileme ısrar ettim.”
“Sarıyer’e yenildikten sonra taraftarlar tesislere geldi. Pazartesi günü sabah antrenmanına da yine geldiler. Kavga-gürültü olmadı ama gözlerimizin içine içine bakıp bir gözdağı verdiler. Sanırım koskocaman bir sezonda bir daha maç kaybetmedik!”
“Stilimiz İngiliz futboluna benziyordu. Bilirsiniz, İngiltere’de sert oynarız, kendimizi yere bırakmayız, sakatlık numarası yapmayız. Onurumuz ile oynarız. Sonra gördüm ki şeref, şampiyonluktan daha önemli bir şeydir Beşiktaşlı için. O yüzden onurumuz ve şerefimiz ile oynadık.”
“İkinci sezonumun sonu otuz üç yaşıma girdim. Ailem kalmak istiyordu, çocuklar okulda çok başarılıydılar ama yaşımdan ötürü biraz baskı hissettim ve ayrılmak zorunda kaldık. Zaten ‘Süleyman Seba’nın askerlik arkadaşı’ diyorlardı bana, daha da zorlamamak gerekirdi! Kırk maçta, on beş gol atma başarısı gösterdim. Kariyerimde altı yüz elli maçta iki yüz on beş gol attım. Yani ortalamam, üç maçta bir gol oldu hep.”
“Ya Gökhan ya Şenol olacak, tam hatırlamıyorum, birinin düğününde beni sahneye zorla çıkarttıp Beatles’lardan ‘Hey Jude’ şarkısını söylettirdiler. Şükrediyorum ki rezalet performansımı kaydedecek cep telefonları yoktu o zamanlar.”
“İnönü, İnönü olduğu maçlarda bileğimiz bükülmüyordu. Yenilmeyeceğimizi biliyorduk. İçimizden ‘Tanrım umarım berabere kalmayız’ derdik. Bu çok farklı bir özgüven. Gürültü inanılmazdı. Tanrıma şükrediyorum ki, İnönü’de bana rakip oyuncu olmanın tadını yaşatmadı. Maçlar biterdi, eve giderdim, yatağa girerken hala tezahüratları kendi kendime söylerdim. Sabah uyanır, duşa girer, yine duşta tezahüratları söylerdim.”
“İngiltere centilmenleri için bilinir ama Süleyman Seba bu konuda herkese ders verebilecek biriydi. Mükemmel centilmen. Öylesine beyefendi biriydi ki, şimdi hayatta olsa alçakgönlü bu iltifatlara ‘abartı’ derdi. İnanın, bazen sırf o üzülmesin diye yırtardık kendimizi maçta. Öyle bir insanı kim üzmek ister ki... Ve o en çok Beşiktaş yenildiğinde üzülürdü.”