Eray Emin Aydemir
Şenol Dostoyevski
İyi roman yazmak başlı başına bir sanattır…
Balzac, Goriot Baba isimli eserinde Fransa’nın orta halli insanlarını öyle bir yansıtır ki onun satırlarını okurken kendinizi Fransa’da bir sokakta yürürken bulursunuz...
Bulgakov ise daha farklı bir kalemdir. Usta ile Margarita isimli başyapıtında bir kediyi anlatır sizlere. Ve o kara kediyi öyle ustaca konuşturur ki kedinin dile geldiğine inanırsınız.
Dostoyevski ise başka bir konudur. İliklerinize işler Rusya’nın soğuğu ve fakirlik. Her şey gözünüzün önündedir. Siz kitap okumazsınız aslında onun anlattığı olayları ve karakterleri hemen onların yanı başında izlersiniz.
Şenol Güneş de iyi bir yazar. Hem de fazlasıyla…
Beşiktaş öyle bir futbol oynuyor ki taraflı tarafsız herkes oyunun içinde…
Nefesler tutuluyor… Bırakın tribünde olmayı ekran başında maçı izlerken bile yoruluyorsunuz.
Ve Şenol Dostoyevski… Pardon Şenol Güneş, öyle karakterlere öyle elbiseler giydirir ki hayranlıkla bir sonraki sayfayı pardon dakikayı takip etmek için yüreğinizden bir şey kopar.
Quaresma, Cenk Tosun, Tosic, Gökhan Gönül bu karakterlerden bazıları.
Hepsinde Şenol Güneş’in hücrelerine kadar emeği var.
Biz Beşiktaş’ı izlemiyoruz, gerçek hayatta yaşanan bir romana tanıklık ediyoruz.
Şenol Güneş…
Sen, seni “Mandıra Filozofu” sözleriyle aşağılamaya çalışan akıl yoksunlarına büyük ders verdin.
Kalemin dert görmesin.